“ Bugün teknolojisini ticarileştirme yönünde ciddi emek sarf eden bir milletin bireyleriyiz, çünkü gelecek ekonomisine yatırım yapmak sürdürülebilir olmanın arkasında yatan sırdır”.
Bizler bugün Mars’ta yaşamı arayan bir nesille hayat yolculuğumuza devam ederken, bir yandan da mevcut olanı iyileştirme gayretimizi ne pahasına olursa olsun ortaya koymaya çalışıyoruz. Neil Arsmstrong’un “Sessizlik Denizi” diye tabir ettiği Ay’a ayak basmasının üzerinden 50 yıl geçti… Geride bıraktığımız 50 yılda ne olduğuna değil de gelecekteki 50 yılan bakan bir dönüşüm evresi geçiriyoruz. Hidrojen yakıtlarla çalışan araçlardan, çoklu konuşmaların metin halinden kaydedilmesine, süper Jumbo jetlerle atmosferde seyahatlere kadar pek çok yenileşim hareketi bizi bekliyor. Tüm bu dönüşüm rüzgârına takılmış giderken aslında en önemli olan; rüzgârın şiddetinde kendini güven altına alarak oraya buraya savrulmadan stratejik hedeflerle vizyona doğru ilerlemek…
Aslında biz yapı olarak buluş yapmaya meraklı bir milletiz, ancak aynı özeni onu korumada gösteremiyoruz. Farklı olmak için önce farkı korumayı öğrenmemiz gerekiyor. İşte tam da bu noktada Fikri Sınai Mülkiyet Hakları’nın korunması kavramı bize “Merhaba” diyor. Global verilere bakarsak 2018 yılsonu itibariyle dünyada en fazla yurtdışı patent başvurusu (PCT) yapan şirket olan Huawei sadece Çin’de son 1 yıl içerisinde pazar payını %6’dan %27’ye çıkardı. Bu ürünlerin ne kadar büyük bir hızla ticarileştirildiğinin de bir kanıtı aslında…
Burada kısaca ticarileştirme kavramına değinelim… Nedir ticarileştirme?..
Ticarileştirmeyi çok basit anlamda; patenti alınarak koruma altına alınan, patent sahibine bir gelir sağlayacak şekilde ekonomiye kazandırılması planlanan ürün veya hizmet olarak tanımlayabiliriz.
Erdem Kaya Patent olarak akıllı 4’lü diye tanımladığımız araştırma, buluş yapma, buluşu koruma ve buluşu ticarileştirme karması kendi başına bir gelecek yönetim aracıdır diyebiliriz. Bizler de dünya ekonomisinden optimum düzeyde payımızı alabilmek için bu karmayı en etkin şekilde kullanmalıyız.
Şimdi durup diyebilirsiniz, peki bize maliyeti nedir? Elbette şirketler kar gerçeği için yaşarlar, ürünler ve hizmet kamu yararına dolaylı etki üretseler de ekonomik yaşam savaşı için üretilirler. Her sabah bu ekonomik değerin mali tablolara yansımasını görmek için yeni güne uyanırız. Ama bir sabah gelir kapımızda bir kutu buluruz ve içini açtığımızda bizi destek ve teşvikler hazırda bekler… Ve der ki haydi durma, ne bekliyorsun? suyun var, unun var, şekeri de verdim şimdi helva yapma zamanı…
TÜBİTAK, KOSGEB, Ticaret Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve hatta Avrupa Birliği bu helvayı yapabilmemiz için birçok hibe destek mekanizmasını sağlamış durumda. Patentli ürünlerin satışından elde edilen gelir için sağladığı %50’lik kurumlar vergisi muafiyeti ile Maliye Bakanlığı da fark yaratanları destekleyen kamu kurumları arasında yer alıyor.
Dünyada 2018 yılbaşı itibariyle 3,2 milyon patent, 1,8 milyon faydalı model, 12,4 milyon marka başvurusu yapıldı. Biz neden Amerika, Çin, Japonya, Almanya ve Kore gibi ilk 5’te yer almayalım. Türkiye’nin 2018 yılı ihracatı 168 milyar dolar ile rekor kırarken; ihracat sepetinin %37’sini yeni ürün ve hizmetlerin oluşturduğu gözden kaçmamalıdır. Burada en önemli nokta ise katma değerli ürün ve hizmetler üretmek, bu fikirleri korumak ve böylece rekabetçi bir ekonomi haline gelmek zorunda olduğumuzdur. Bunun son noktası da, katma değerli ürünleri üretmek ve satmanın da ötesinde, hiç bu zahmetlere girmeden sadece teknoloji, know-how ihraç ederek büyük gelirler elde eden bir ekonomi haline dönüşmektedir.
Sonuç olarak, bizler orta gelir tuzağını aşarak gelişmiş ekonomiler arasına girebilmek için ülkemizin fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına duyduğu potansiyel ihtiyacı açıkça gözlemleyebiliyoruz. Ürettiğimizi ne kadar korursak, milli markamızı o kadar değerli kılar, geleceğin teknoloji savaşlarında kalemizi o kadar iyi koruma şansını elde ederiz.
En derin sevgi ve saygılarımla,
Erdem Kaya
Patent & Marka Vekili
Elektronik Müh.
e.kaya@erdemkayapatent.com